20 Ağustos 2010 Cuma

19 Ağustos 2010 Perşembe

Uribe, Mavi Marmara komisyonuna katıldı. Başbakan devreye girsin çağrısı.




Filistinli sendika ve STÖ'ler Erdoğan'a çağrıda bulunarak Kolombiya Devlet Başkanı Uribe'nin Mavi Marmara Komisyonundan çıkarılmasını istediler. Bu atama, Mavi Marmara'nın güvertesinde İsrail tarafından katledilen barış eylemcilerinin hatırasına saygısızlıktır; ölenlerin 'hesabı', insan hakları ve uluslararası hukuk ihlalleriyle bilinen bir adam tarafından sorulacaktır.




Sevgili Başbakan,
Size dördüncü yılına giren acımasız, boğucu bir ablukanın ortasından yazıyoruz. Kolombiya'nın kötü şöhretli eski devlet başkanı Alvaro Uribe'nin, İsrail'in 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze'ye giden insani yardım filosuna düzenlediği acımasız saldırıya yönelik Soruşturma Kurulu'na atanması karşısında duyduğumuz öfkeyi ifade etmek istiyoruz.
Sayın Başbakan, bu atama, Mavi Marmara'nın güvertesinde İsrail tarafından katledilen barış eylemcilerinin hatırasına saygısızlıktır; ölenlerin 'hesabı', insan hakları ve uluslararası hukuk ihlalleriyle bilinen bir adam tarafından sorulacaktır. Uribe Velez, Kolombiya'daki yolsuzlukların ve insanlığa karşı işlenen suçların iştirakçisiydi. Son olarak Afro-Kolombiyalı ailelerin La Toma, Suarez'deki ata yadigârı topraklarından sürülmesini destekledi; bu kişilerin ekonomik ve toprakla ilgili haklarından mahrum bırakılması karşısında sessiz kaldı.
Kendisi ayrıca, 'İsrail'in güvenliği' efsanesine ve bu efsanenin imalatına inanan, adanmış bir Siyonisttir.
Sayın Başbakan,
Uribe gibi bir adam, kendi ülkenizin vatandaşlarına karşı işlenen insanlık suçlarını açığa çıkarma görevine nasıl tayin edilebilir? O vicdanlı cesur insanlar, saldırgana karşı adil bir yargılamayı hak ediyor. Taraflı biri, olsa olsa İsrail'in dokunulmazlığını güçlendirir ve bize, yani Gazzeli Filistinlilere karşı işlenen suçları aklar.
İsrail, Gazze'de yürüttüğü soykırımdan farksız savaşla ve son olarak masum Türk barış eylemcilerini güpegündüz vahşice öldürerek gerçek cani, ırkçı yüzünü dünyaya göstermiş oldu.
Bu terörist devletin kabadayılığına karşı çıkmanın ve onu hak ettiği yere koymanın vaktidir. Hem Bolivya hem de Venezüella Tel Aviv büyükelçilerini geri çağırdı. Türkiye'den daha azını beklemiyoruz.
Sayın Başbakan,
Dünya Ekonomik Forumu'nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i ülkesinin cinayetlerinden dolayı yerden yere vurmanızı, sahneyi inanç ve cesaretle sahneyi terk etmenizi gözümüzde yaşlarla seyrettik. Bize adaletin mümkün olduğuna ve Gazze'deki Filistinlilerin yalnız olmadığına dair umut verdiniz.
Gazze'deki erkek ve kız kardeşlerimizin kanı henüz kurumadı ve adaletsizliğe karşı sesini yükselten sizin gibi siyasetçilere umut bağlıyoruz.
Sayın Başbakan, İsrail'in Gazze katliamına karşı dünya güçlerine cesaretle kafa tutan sizi şimdi de savaş suçlusu Alvaro Uribe Velez'in Gazze filosu saldırısına yönelik Soruşturma Heyeti'ne atanmasına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz. Bununla da kalmayıp, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ve Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales gibi Filistin için adaletten yana konuşan ve tavır koyan, bu amaçla uluslararası hukuka riayet edinceye ve Filistin'deki işgalini, sömürgeleştirmeyi ve apartheid'ı sona erdirinceye dek ırkçı İsrail'i boykot eden, bütün diplomatik ilişkileri kesen ve yaptırımlar uygulayan liderlerin yanında yer almaya çağırıyoruz.
Abluka altındaki Gazze/Filistin
İmzacılar:
Filistin Sendikalar Genel Federasyonu / Filistin Üniversite Öğretim Üyeleri Birliği / İsrail'e Karşı Akademik Boykot İçin Filistinli Öğrenciler / Filistin Kadın Komiteleri Birliği / Kültür ve Bilgi İçin El Kudüs Birliği / Genel Kamu ve Ticaret Çalışanları Sendikası / Genel Sağlık Çalışanları Sendikası / Genel Tarım İşçileri Sendikası / Genel Gıda Koruma İşçileri Sendikası / Genel Petrokimya ve Doğalgaz İşçileri Sendikası / Filistin İlerici Sendika Cephesi / Genel Belediye ve Yerel Konsey Çalışanları Sendikası / Genel Turizm Çalışanları Sendikası / Arap Kültür Forumu / Tek Demokratik Devlet Grubu.
(The Palestine Chronicle, ABD merkezli internet gazetesi, 17 Ağustos 2010 / Çev: Radikal)

İHH bu ramazan Pakistan'ın yaralarını sarıyor.

Pakistan Ramazan ayına yaralı girdi. Büyük bir sel felaketi sonrasında yaklaşık 2 bin kişinin öldüğü Pakistan'da milyonlarca kardeşimiz mağdur ve zor durumda. Yardımlar yetersiz kalıyor. Topraklarının beşte biri sular altında kalan Pakistan'ın çığlığı az da olsa duyulmaya başladı.

Yaşanan sel afetinden 2 bin insanın öldüğü 6 milyon insanın evsiz kaldığı Pakistan'da umutlar dışarıdan gelecek yardımlara bağlandı.



İHH-İnsani Yardım Vakfı, İslamabad'da kazanlarda pişirilen yemekleri hızlı bir şekilde sel bölgeleri olan Muzafferabat, Revalpindi ve Haripur'daki selzedelere ulaştırılıyor. Günlük 5 bin kişiye sıcak yemek dağıtılıyor. İHH Pakistan'a acil yardım malzemeleri götürecek bir kargo uçağı gönderme hazırlıklarını sürdürüyor. Kargo uçağı için bebek maması, ilaç, gıda ve tekstil malzemesi toplanıyor. Vakfın acil yardım sorumlusu Yaşar Kutluay, malzemenin tamamlanması için hayırsever iş adamlarından destek beklediklerini söyledi. Kutluay, bir doktor heyetinin de kendileriyle Pakistan'a geleceğini belirtti.



İHH İnsani Yardım Vakfı dün (18.08.2010) yaptığı basın açıklamasında, Pakistan’daki sel felaketine dünyanın yeterli ilgiyi göstermediğini belirterek, ”Türk halkı ve diğer ülkeler Pakistan’a derhal yardım etmeli” dedi. Pakistan’ın İstanbul Başkonsolosu Yousaf Junaid de ülkesinin karşılaştığı sel felaketinde Türk halkı ve hükümetinin her zaman yanlarında olduğunu belirterek, Türk halkından desteklerinin devamını istedi.


İHH İnsani Yardım Vakfı Başkan Yardımcısı Yavuz Dede şunları söyledi: ”Şu an 10 bin aileye sıcak yemek dağıtılıyor. 1500 aileye gıda kolileri dağıtıldı. İnsanlara elbise dağıtıldı, temiz içme suyu dağıtılıyor. Maalesef dünya Pakistan’daki sel felaketine şu ana kadar yeterli ilgiyi göstermedi. Acil olarak gıda dağıtımları artırılmalı, temiz su imkanı oluşturulmalı, giyinme ihtiyaçları giderilmeli ve kalabilecekleri çadır, branda temin edilmeli. Sağlık sorunları için sahra poliklinikleri kurulmalı. Türk halkı ve diğer ülkeler Pakistan’a derhal yardım etmeli.”



Bu arada Keşmir Cumhurbaşkanı Raja Zulkarnain, sel bölgesindeki acil yardım çalışmalarından dolayı İHH İnsani Yardım Vakfı'na bir teşekkür plaketi takdim etti.





18 Ağustos 2010 Çarşamba

İyilik Her Kapıyı Açar.



"Vakıf merkezinde, ağustos sıcağına aldırış etmeksizin hummalı bir Ramazan çalışması devam ediyor. Her geçen yıl Ramazan ayındaki hareketlilik daha da artıyor; gidilen yerlerin, ulaşılan kişilerin sayısı, yapılan çalışmalar Ramazan’ın bereketiyle birlikte sürekli çoğalıyor. Bu Ramazan’da Türkiye’de 60 şehirde, dünyada 61 ülkede yardımlarımız ihtiyaç sahiplerine ulaşacak.
Gidilecek olan bölgelerle ilgili hazırlıklarımızın tamamlanmasıyla ilk ekiplerimiz nihayet yola koyuldular. Ve yardımların teslim edilmesine başlandı bile.
Yurt genelinde kumanya dağıtımlarımız çoktan başlamış durumda. Her sene olduğu gibi bu Ramazan’da da gezici aşevimiz il il gezip iftar yemeği dağıtacak. Gezici aşeviyle bu sene 23 ilde iftar programları düzenleyeceğiz. Gezici aşevimizin ilk durağı Sinop, ikinci uğrak yeri ise Samsun olacak.
Yardım koordinatörleri, basın mensupları ve bilhassa gönüllülerimiz yardım çalışmalarına canıgönülden destek vermeye devam ediyorlar. Yurt dışına gidecek olan ekiplerin pasaportları ve çantaları hazır; yolculuk gününü bekliyorlar.
Herkes Ramazan’ın bereketini ve manevi atmosferini daha yakından hissedecek olmanın heyecanı içerisinde. İlk teravih ve ilk sahurla birlikte Ramazan’a hoş geldin demenin tarifsiz güzelliğini yaşamak üzereyiz…
Bu Ramazan’da yine yurt içinde ve dışında “kutsal emanetlerimiz” olan yetimlerimize destek olmak üzere onlara özel iftar programları düzenleyecek, eğitim ve kırtasiye yardımlarında bulunacak ve bayramlık giysiler hediye edeceğiz.

Beş kıtada bizleri bekleyenleri düşünerek, “Birlikte Dünya Değişir” düsturuyla onlara Türkiye’deki kardeşlerinden selamlar götüreceğiz ve sofralarında onları yalnız bırakmayacağız. Eskimeyen mefhumların, anıldıkça yad edilen iyiliklerin, hep yenilenen umutların yeniden yaşanmasına vesile olmak üzere bu Ramazan’da yeniden yollardayız…" (http://ihhramazangunlugu.blogspot.com/)

En Zor Ramazan...


Pakistan da 6 milyon insanın gıda ve temiz suya acil ihtiyacı var, bunların sadece çok küçük bir kesimi karnını doyurabiliyor; susuzluğunu gidermek ve temizlenebilmek için suya ulaşabiliyor. Yüzlerce köy, anayol ve köprü sular altında. 3.5 milyon çocuk, kirli su ve sineklerle yayılan ölümcül hastalıklardan dolayı tehlike altında. 170 milyonluk toplam nüfusun yüzde 10'undan fazlası faciadan etkilendi. Aşırı yağışlar ve sellerin ülkeyi yerle bir etmeye başlamasından beri 2 bin insan öldü. 2 milyon kişi artık evsiz. Kayıpların artması, beklenen bir sonuç...


Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), bin 600 kişinin hayatını kaybettiği, 20 milyondan fazla insanın etkilendiği felakette, 3,5 milyon çocuğun kolera, tifo, sıtma, sulu ishal, dizanteri ve hepatit tehdidi ile karşı karşıya olduğunu duyurdu.





Türkiye de yardıma ilk koşan ülkelerden biri... Kızılay, Kimse Yok Mu Derneği, Deniz Feneri Derneği, Cansuyu Derneği ve İHH Pakistan'a yiyecek, giyecek ve ilaç ile birlikte, Ramazan dolayısıyla iftar çadırları ve parasal yardım ulaştırdı. Kızılay, selin vurduğu Balucistan ve Pencab gibi eyaletlere kargo uçakları ile 140 ton yardım malzemesi ulaştırdı. Pakistan'a ulaştırılan 35 tonluk son yardım kargosunda 400 koli gıda, 300 koli mutfak seti, bin battaniye, 115 barınma çadırı, 14 bin 400 havlu, 5 bin litre içme suyu ve 156 bin 926 kutu ilaç bulunuyor.


Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi ise tek başına üstesinden gelemeyecekleri çok büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını ve Pakistan'ın yalnız bırakılması halinde milyonlarca kişinin açlıktan ölebileceğini söylüyor. Bazı bölgelerde çocuklar arasında açlıktan ölümlerin başladığı da gelen bilgiler arasında...







Yardım kuruluşları, 'Bir an evvel ve çok miktarda yardım gelmezse binlerce kişi daha ölecek' diyor ama bağışlar yaraları değil sarmak, yarabandı bile olamayacak kadar az
























17 Ağustos 2010 Salı

İsrail'in Filo Şiddeti Kasıtlıydı...

Counterpunch adlı internet sitesinde Gazze'ye insani yardım götürmek için yola çıkan Özgürlük Filosunun maruz kaldığı saldırıyı değerlendiren Anthony Dimaggio, saldırıdaki kasıt ile birlikte ABD'nin verdiği desteğe ve medyanın gerçekler hakkındaki suskunluğuna dikkat çekti. İşte Dimaggio'nun yorumu:

İsrail'in Filo Şiddeti Kasıtlıydı

Anthony Dimaggio / Counterpunch*

İsrail hükümetinin yakın dönemdeki ifşaatları, Gazze filosu baskınının haftalar öncesinden planlanmış kasıtlı bir şiddet eylemi olduğunu ve şiddetli bir karşı tepkiyi tahrik edeceğinin önceden bilindiğini ortaya çıkardı. Kısa süre önce El Cezire'nin haberleştirdiği bu bulgu, İsrailli liderlerin baskın sırasındaki iddialarıyla çelişiyor; liderler, eylemcilere yönelik şiddetin tümüyle tepkisel olduğunu ve bizzat filodaki eylemcilerin şiddet içeren saldırılarına karşı kendini savunmayı amaçladığını söylemişti.
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'sa şimdi, dokuz Türk eylemcinin ölümüne yol açan şiddetin baskından haftalar önce 'beklendiğini' itiraf ediyor. Barak bu itirafı, filo baskınının meşru olup olmadığını belirlemek için kurulan komisyonda dile getirdi. Bakanın itirafı, İsrailli komandoların baskın sırasında saldırgan bir zihniyetle hareket ettiklerine dair olay yerinden gelen haberlerle de uyuşuyor. Görgü tanıkları, İsrail komandolarının daha gemilere çıkmadan önce ateş ettiğini söylüyordu (İsrailli liderler ilk başta, gemiye çıktıktan ve hayatlarına karşı ciddi tehditlere maruz kaldıktan sonra eylemcilere saldırdıklarını iddia ediyordu).
San Remo Anlaşması'nın ihlali
Barak baskını, İsrailli liderlerin filoyu destekleyen 'kuruluşun İsrail'i küçük düşürmek için silahlı çatışmaya hazırlandığı' görüşünde olduğunu söyleyerek meşrulaştırmaya çalıştı. Fakat Cenevre Sözleşmeleri'ne göre yaygın biçimde yasadışı bulunan bir ambargonun gölgesinde, İsrail'in şiddet içermeyen insani bir kampanyayı ortadan kaldırmak için şiddete başvurması ciddi ölçüde küçük düşmesine yol açtı. Baskın BM Şartı ve Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin yanı sıra San Remo Anlaşması'nın da açık bir ihlaliydi.
İsrailli liderler sürekli olarak insani bir filoya saldırma hakkına sahip olduklarını savundu. Sözgelimi Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi Türk sivillere yönelik saldırıların 'orantılı ve doğru' olduğunu, İsrailli liderlerin baskında 'vurmaları gereken kişileri vurduğunu' ve komandoların sakin, cesur ve ahlaklı davrandığını savunuyor.
Eşgüdümlü bir yanlış bilgilendirme kampanyası dahilinde İsrailli yetkililer, komandoların uyguladığı şiddetin planlanmadığını, eylemcilerin askerlerin hayatlarını tehdit ettiği açık hale geldi-ğinde 'İsraillilerin hayatlarını korumak için' hazırlıksız bir biçimde ortaya konulduğuna dair bir hikâye anlatıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu baskının hemen ardından şu açıklamayı yapmıştı: "Bu açık bir kendini savunma vakasıydı... [Komandolara] sopalarla, bıçaklarla ve belki de ateş edilerek saldırıldı, ve kendilerini savunmaları gerekiyordu. Öldürüleceklerdi. İsrail askerlerinin linç edilmesine izin vermeyecektir ve hiçbir saygın ülke de buna izin vermez." Netanyahu olay için 'üzücü' ifadesini kullandı, fakat ölümlerin 'İran ve terörist Hamas'ı destekleyen uluslararası tahrik güçlerinin bir sonucu' olduğunu söyleyerek eylemcileri suçladı. Netanyahu'nun, bütün operasyonun şiddetli bir tepkiyi tahrik edeceğini en başından beri bildiğini itiraf etmesine rağmen, eylemcilerin hareketlerini kınamak için 'tahrik' sözcüğünü kullanmasına dikkat etmeli.
İsrail Yüksek Mahkemesi de Netanyahu'nun propagandacı açıklamalarını destekledi. Mahkeme Başkanı Dorit Beinish filo baskını konusundaki davaları reddetti. Beinish, İsrail askerlerinin 'kendi hayatlarını korumak için [eylemcileri öldürerek] yanıt vermek zorunda bırakıldığını' ilan etti. İsrail Dışişleri Bakanlığı da baskının ardından Orwellvari bir açıklama yaptı: "Gazze filosunun organizatörleri daha önceden, İsrail'in gemilerin Gazze'ye ulaşmasını engellemeye çalışması durumunda karşı şiddet kullanma niyetlerini duyurdu." Bu anlatı, yasadışı saldırıdan önce barışçıl bir insani filo olan bir şeyle şiddet içeren bir çatışmayı zorlayan tarafın İsrail olduğu gerçeğini gözardı ediyor.
Barak'ın saldırgan niyetleri itiraf etmesi, İsrail'in işgal altındaki topraklara yönelik saldırılarının bir halkı terörize eden yasadışı toplu cezalandırma eylemleri olduğunu uzun zamandır savu-nanlar için şaşırtıcı olmasa da rahatsız edici. Ne yazık ki, İsrail-Filistin ihtilafına dair bu tür bir yaklaşım, İsrailli liderlerin propagandasını eleştirmeden tekrar eder Batı medyasında sansürleniyor.
Gazeteler papağan gibi
Filo soruşturmasına dair son dönemde yapılan haberler yine İsrail yanlısı bir anlatıyı teşvik ediyordu. New York Times'ın 11 Ağustos'taki manşeti şöyleydi: "Barak filo baskınında 'sürtüşme'nin beklendiğini söyledi." 'Sürtüşme' sözcüğünün kullanılması, olayın gerçekte yaşanana kıyasla çok daha hafif olduğunu ima ediyordu. Haber, İsraillilerin şu iddialarını tekrar ediyordu: "Komandolar sadece pasif direniş bekliyordu... İsrail'deki bir askeri soruşturma geçen ay İsrail güçlerine karşı kullanılması beklenen şiddetin boyutunun azımsandığı sonucuna vardı."
Washington Post'un 10 Ağustos'taki manşeti de şöyleydi: "Netanyahu: Gazze'ye yardım gemisine karşı ancak 'son çare' olarak harekete geçilmesi emri verildi." Haberde, İsrail'in yabancı sivilleri istemeden öldürdüğü ve uluslararası hukuku da istemeden ihlal ettiğine dair bir izlenim yaratılıyordu (fakat İsrail'in uluslararası hukuku ihlal etmiş olmasına iki haberin de başka bir noktasında değinilmiyordu.) İki haberde de suç, yasadışı bir ablukayı ve bir işgali şiddete başvurmadan ihlal etmeye çalışan eylemcilere atılıyordu. Baskını, İsrailli yetkilileri suçlamaksızın eylemcilerin 'tahrik'i olarak resmetmek, ABD medyasına ve Amerika'daki siyasi tartışmalara Ortadoğu konusunda hâkim olan aşırı boyuttaki propagandanın bir göstergesi.
ABD halkını gerçekten koruyor!
Ortadoğu ve dünyanın kalanı, İsrail'in, bölgedeki askeri hâkimiyetini artırmak için tasarlanmış askeri saldırılar başlatabilmek amacıyla düzenli olarak komşularıyla ve diğer ülkelerle ihtilafları tahrik ettiğini acı verici bir biçimde anlıyor. Fakat Amerikalılar, Washington'daki gazetecilik ve siyaset düzeni tarafından bu gerçeklikten korunuyor. Barak'ın İsrail'in en başından beri şiddet beklediğini itiraf etmesi, beklendiği gibi ABD'de medya ve yetkililer tarafından gözardı edildi veya önemsiz gibi gösterildi. Fakat bu anlatıda tümüyle üzeri çizilen gerçek şu ki, bizzat İsrailli liderler bunun hile olduğunu itiraf ediyor. Baskının yaşandığı dönemde 'planlı tahrik' ve 'şiddet' nedeniyle düşmanlarına saldırıyor ve aylar sonra, tahrik ve şiddetin aslında kendi hareket ve planlamalarında yer aldığını sessizce itiraf ediyorlar. Hepimiz şu sormalıyız: Amerikalılar böyle bir manipülasyonun ve propagandanın gölgesinde niçin İsrail'in 'savunma' ve 'İsraillilerin hayatlarını koruma' iddialarını ciddiye alsın ki?

* ABD merkezli internet sitesi, 13 Ağustos 2010 (Çev: Radikal)

ROTSCHILD İSRAİL'E YERLEŞİYOR


Yahudi kökenli Fransız işadamı adamı Baron Edouard de Rothschild, ailesinin 20'nci yüzyılda kuruluşuna büyük destek verdiği İsrail'e yerleşmeye karar verdi. Önceki gün Kudüs'e giderek İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'i evinde ziyaret eden Rotschild'in, Tel Aviv kentinde yaşamayı planladığı bildirildi. Avrupa'da finans ve banka sisteminin kuruluşunda büyük rolü olan Rothschild ailesinin önde gelen üyelerinden Eduard de Rotschild'in Liberation gazetesinin sahipleri arasında yer aldığı ve yaklaşık 300 milyon euroluk servete sahip olduğu biliniyor.

(5 Ağustos 2010/ Sabah)


Küresel Kapitalizm'in ve Dünya sisteminin en kudretli isimlerinden birisinin Tel Aviv'e yerleşiyor olması ilginç değil mi? Hem de böylesi bir sıcak süreçte... Bakalım neler olacak...